10 Nisan 2011 Pazar

ÖYLE BİR GEÇER ZAMAN Kİ!....




İki gündür küçük oğlum hasta. Öncedende bana düşkündü ama hastalığın getirdiği huzursuzlukla beni daha çok yanında ister oldu. Bazen bunaldım ama bu anlarda aklıma annem geldi. Ben de hasta olduğumda annemin beni iyileştirici sevgisini, ilgisini isterdim ve onun bana gösterdiği ihtimamın ve sıcaklığın güven hissi sayesinde hastalığın getirdiği acıları sonrasında unuturdum. Şimdi bile aklımda, ruhumda kalmış olan o güzel duygunun aynısını çocuklarıma yaşatmam gerektiğini düşünüyorum. İşte bu düşünce, gücümün ve sabrımın tükendiği noktada beni yeniledi ve bu anlarda kendime ve yaşadıklarıma bir kez daha şaştım...

Şairin dediği "ömrün ortasında"ki yaşı bir geçmişken hala idrak etmekde zorlanıyorum. Hele çocuklarıma baktığımda, bana "anne" dediklerinde kendi kendime soruyorum; bu kadın ben miyim? diye. Çünkü hala bu yaşa geldiğime ve hayatımın bu gidişatına inanamıyorum. Yıllar o kadar çabuk geçiyor ki...

Zaman algısı nasılda değişiyormuş. Yirmili yaşların başına kadar çabuk geçmeyen zaman özellikle evlilikle beraber bir ivme kazanıyor ve yeni hayatlar kurma telaşeleri içinde çabucak geçiveriyor. Bunu farkettiren de dün daha bebek olanların bu gün büyümüş olduğunu görmek oluyor. Üniversiteye başladığım yıllarda doğanlar, bugün nerdeyse üniversiteyi bitirecekler. İlk onsekiz yılı yaşarken ne uzun gelmişti halbuki, ikincisi ise göz açıp kapama kadar...



Hala yaşıma ve geçen zamana adapte olamamanın yaşattığı bir diğer duygu ise, özellikle eski arkadaşlarla bir araya geldiğimizdeki sohbetlerimiz ve hayatlarımızı evcilik oynuyoruz gibi hissetmem. Bir araya gelmeler, çocuklardan konuşmalar, kocalardan dertlenmeler, hayatın güzel yanlarını da görüp neşelenmeler hep annelerimizin rolleriydi. Bizlerse o anlarda evcilik oynardık. Şimdi ise biz onlar olduk, onlar ise anneanne, babaanne oldu. Babaannelerimiz ve anneannelerimiz ise buraları terkettiler.

Hayat böyle bir şey...

Önümde yaşanacak yıllar ise daha yaşanmadan kısacık geliyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder