29 Nisan 2011 Cuma

HEP AYNI

Son dönemde gündeme kapadım, kendimi. Haberleri izlemiyorum, gazetede ciddi haberlere bakmıyorum bile.
Hep aynı geliyor nedense. Çocuklar uyuduktan sonra bazen televizyonda gezinirken rastlıyorum bir kaç kişiye, pek hararetli şekilde tartışıyorlar, gecenin kaçında. Hemen atlıyorum, zaten hep aynı kişiler ve aynı konular. Diyorum ki, kendi kendime; boşuna bu tartışmalar, siz kabul etsenizde etmesenizde hayat devam ediyor ve kim söz ve iktidar sahibiyse onun dediği oluyor. Galiba muhalif kimliğimde ve bir şeyleri değiştirebileceğim duygusu ve inancında aşınma yaşıyorum. Fazlasıyla kendi içime döndüm. Bundan memnun değilim ama değiştirmek içinde gücüm yok. Bu böyle gitmez, biliyorum. Tekrar değişip aslıma döneceğim ama o zamana kadar böyleyim.


                                                Hatırladığım haliyle buraya almak istedim resmini.

Geçen pazar Ayşe Arman'ın Arman Kırım'la yaptığı röportaj beni etkiledi. Arman Kırım ve o röportajda söyledikleri hakkında yazmak istiyorum ama kafamı toparladığımda. Büyük oğlumun dediği gibi:) kendime not; Arman Kırım hakkında düşün ve yaz. Tabi önce bazı kitaplarını da okumam lazım. Bu arada Arman beye Allah'tan rahmet ve ailesine sabırlar diliyorum. Bu ülke için de önemli bir kayıp:((

 Hastalığını öğrendiğimde onun için üzülürken bu hastalığın kötülüğü hakkında düşünmeden edemedim. Hastalığın adı ne olursa olsun, insanı acıtan ve solduran bir şey. Ancak tedavisi bilinen ve iyileşme ihtimalinin yüksek olduğu hastalıklar karşısında biraz daha umut dolu olabiliyoruz. Ama bu illetin hangisi olursa olsun, uzun ve acılı tedavi süreci bile hastanın çevresindekilere bile acı veren bir durum. Maddi imkanların fazlalığı bu hastalığa yakalanmayı engellemediği gibi bazen erken teşhisi bile sağlayamaması düşündürücü. Ceyla Gölcüklü de yaşanılan gibi. Arman beyde de geç teşhisin getirdiği bir sonuç yaşanmış, görünen o ki.

25 Nisan 2011 Pazartesi

Bugün benim doğumgünüm. Ama hayatımın en kötü günü.....

17 Nisan 2011 Pazar

SATIR ARASI

Özellikle gazeteleri okurken görünür olan yazının satır aralarını okurum:)
Bu kendi kendine iç sesin bir yansıması belki de.

Şu aralar okuduğu satır araları;

-Masterchef'deki Batuhan Piatti programdaki agresif tavırları sonucu çalıştığı yerle "karşılıklı anlaşarak" işten ayrıldığını söyledi. Aslında işverenin yol verdiğini düşündüm, yüzündeki ifadeden. "Kovuldum"un kibarcası "İşten ayrıldım"

-Bugün Hürriyet Pazar ekinde Ayşe Arman Ajda Pekkan'la röportaj yapmış. Gazetenin bilumum yerlerinde ikisinin bir sürü bacak resimleri var. Ayşe Arman'ın giriş yazısını okuduğumda ise, görünüşde Ajda'ya "taş gibi" olmasından dolayı pek methiye düzmüş ve kendi bacakları daha ön planda, 40 küsür yaşına rağmen kendisininde çok "taş gibi" olduğunu göstermiş. Kaleme aldığı methiyeleri de kendine düzdüğünü düşündüm.

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/17567604.asp?yazarid=12&gid=61

10 Nisan 2011 Pazar

ÖYLE BİR GEÇER ZAMAN Kİ!....




İki gündür küçük oğlum hasta. Öncedende bana düşkündü ama hastalığın getirdiği huzursuzlukla beni daha çok yanında ister oldu. Bazen bunaldım ama bu anlarda aklıma annem geldi. Ben de hasta olduğumda annemin beni iyileştirici sevgisini, ilgisini isterdim ve onun bana gösterdiği ihtimamın ve sıcaklığın güven hissi sayesinde hastalığın getirdiği acıları sonrasında unuturdum. Şimdi bile aklımda, ruhumda kalmış olan o güzel duygunun aynısını çocuklarıma yaşatmam gerektiğini düşünüyorum. İşte bu düşünce, gücümün ve sabrımın tükendiği noktada beni yeniledi ve bu anlarda kendime ve yaşadıklarıma bir kez daha şaştım...

Şairin dediği "ömrün ortasında"ki yaşı bir geçmişken hala idrak etmekde zorlanıyorum. Hele çocuklarıma baktığımda, bana "anne" dediklerinde kendi kendime soruyorum; bu kadın ben miyim? diye. Çünkü hala bu yaşa geldiğime ve hayatımın bu gidişatına inanamıyorum. Yıllar o kadar çabuk geçiyor ki...

Zaman algısı nasılda değişiyormuş. Yirmili yaşların başına kadar çabuk geçmeyen zaman özellikle evlilikle beraber bir ivme kazanıyor ve yeni hayatlar kurma telaşeleri içinde çabucak geçiveriyor. Bunu farkettiren de dün daha bebek olanların bu gün büyümüş olduğunu görmek oluyor. Üniversiteye başladığım yıllarda doğanlar, bugün nerdeyse üniversiteyi bitirecekler. İlk onsekiz yılı yaşarken ne uzun gelmişti halbuki, ikincisi ise göz açıp kapama kadar...



Hala yaşıma ve geçen zamana adapte olamamanın yaşattığı bir diğer duygu ise, özellikle eski arkadaşlarla bir araya geldiğimizdeki sohbetlerimiz ve hayatlarımızı evcilik oynuyoruz gibi hissetmem. Bir araya gelmeler, çocuklardan konuşmalar, kocalardan dertlenmeler, hayatın güzel yanlarını da görüp neşelenmeler hep annelerimizin rolleriydi. Bizlerse o anlarda evcilik oynardık. Şimdi ise biz onlar olduk, onlar ise anneanne, babaanne oldu. Babaannelerimiz ve anneannelerimiz ise buraları terkettiler.

Hayat böyle bir şey...

Önümde yaşanacak yıllar ise daha yaşanmadan kısacık geliyor.